NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
294 - (832) حدثني
أحمد بن جعفر
المعقري.
حدثنا النضر
بن محمد.
حدثنا عكرمة
بن عمار.
حدثنا شداد بن
عبدالله، أبو
عمار، ويحيى
بن أبي كثير
عن أبي أمامة
(قال عكرمة:
ولقي شداد أبا
أمامة وواثلة.
وصحب أنسا إلى
الشام. وأثنى
عليه فضلا
وخيرا) عن أبي
أمامة قال،
قال عمرو بن
عبسة السلمي:
كنت،
وأنا في
الجاهلية،
أظن أن الناس
على ضلالة.
وأنهم ليسوا
على شيء. وهم
يعبدون
الأوثان. فسمعت
برجل بمكة
يخبر أخبارا.
فقعدت على
راحلتي. فقدمت
عليه. فإذا
رسول الله صلى
الله عليه وسلم
مستخفيا،
جرءاء عليه
قومه. فتلطفت
حتى دخلت عليه
بمكة. فقلت له:
ما أنت؟ قال
"أنا نبي"
فقلت: وما
نبي؟ قال
"أرسلني
الله" فقلت:
وبأي شيء
أرسلك؟ قال
"أرسلني بصلة
الأرحام وكسر
الأوثان وأن
يوحد الله لا
يشرك به شيء" قلت
له: فمن معك
على هذا؟ قال
"حر وعبد" (قال
ومعه يومئذ
أبو بكر وبلال
ممن آمن به)
فقلت: إني متبعك.
قال "إنك لا
تستطيع ذلك
يومك هذا. ألا
ترى حالي وحال
الناس؟ ولكن
ارجع إلى
أهلك. فإذا
سمعت بي قد ظهرت
فأتني" قال
فذهبت إلى
أهلي. وقدم
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم المدينة.
وكنت في أهلي.
فجعلت أتخبر
الأخبار
وأسأل الناس
حين قدم المدينة.
حتى قدم على
نفر من أهل
يثرب من أهل
المدينة. فقلت: ما
فعل هذا الرجل
الذي قدم
المدينة؟
فقالوا: الناس
إليه سراع.
وقد أراد قومه
قتله فلم
يستطيعوا ذلك.
فقدمت
المدينة.
فدخلت عليه.
فقلت: يا رسول
الله!
أتعرفني؟ قال
"نعم. أنت الذي
لقيتني بمكة؟"
قال فقلت: بلى.
فقلت: يا نبي
الله! أخبرني
عما علمك الله
وأجهله.
أخبرني عن
الصلاة؟ قال
"صل صلاة الصبح.
ثم أقصر عن
الصلاة حتى
تطلع الشمس
حتى ترتفع.
فإنها تطلع
حين تطلع بين
قرني شيطان.
وحينئذ يسجد
لها الكفار.
ثم صل. فإن
الصلاة مشهودة
محضورة. حتى
يستقل الظل
بالرمح. ثم
أقصر عن الصلاة.
فإن، حينئذ،
تسجر جهنم.
فإذا أقبل
الفيء فصل.
فإن الصلاة
مشهودة
محضورة. حتى
تصلي العصر.
ثم أقصر عن
الصلاة. حتى
تغرب الشمس.
فإنها تغرب
بين قرني
شيطان. وحينئذ
يسجد لها
الكفار". قال
فقلت: يا نبي
الله!
فالوضوء؟ حدثني
عنه. قال "ما
منكم رجل يقرب
وضوءه فيتمضمض
ويستنشق
فينتثر إلا
خرت خطايا وجهه
وفيه
وخياشيمه. ثم
إذا غسل وجهه
كما أمره الله
إلا خرت خطايا
وجهه من أطراف
لحيته مع
الماء. ثم
يغسل يديه إلى
المرفقين إلا
خرت خطايا
يديه من
أنامله مع الماء.
ثم يمسح رأسه
إلا خرت خطايا
رأسه من أطراف
شعره مع
الماء. ثم
يغسل قدميه
إلى الكعبين
إلا خرت خطايا
رجليه من
أنامله مع
الماء. فإن هو
قام فصلى،
فحمد الله
وأثنى عليه،
ومجده بالذي
هو له أهل،
وفرغ قلبه
لله، إلا
انصرف من
خطيئته
كهيئته يوم ولدته
أمه" فحدث
عمرو بن عبسة
بهذا الحديث
أبا أمامة
صاحب رسول
الله صلى الله
عليه وسلم.
فقال له أبو
أمامة: يا
عمرو بن عبسة!
انظر ما تقول.
في مقام واحد
يعطى هذا
الرجل؟ فقال عمرو.
يا أبا أمامة!
لقد كبرت سني،
ورق عظمي، واقترب
أجلي، وما بي
حاجة أن أكذب
على الله، ولا
على رسول
الله. لو لم
أسمعه من رسول
الله صلى الله
عليه وسلم إلا
مرة أو مرتين
أو ثلاثا (حتى
عد سبع مرات)
ما حدثت به
أبدا. ولكني
سمعته أكثر من
ذلك.
{294}
Bize Ahmed b. Ca'fer
El-Ma'kırî rivayet etti. (Dediki): Bize Nadru'bnü Muhammed rivayet etti.
(Dediki): Bize İkrimetü'bnü Ammâr rivayet etti. (Dediki): Bize Şeddâd b.
Abdillâh Ebû Ammâr ile Yahya b. Ebî Kesir, Ebû Umâme'den naklen rivayet ettiler.
(İkrime: Şeddâd, Ebû Umâme ve Vasile ile görüşmüş. Enes'Ie de Şam'a kadar
sohbet etmiş; Enes kendisini hayır ve faziletle senada bulunmuşdur; demiş.)
Şeddâd, Ebû Umâme'den rivayet etmiş. Ebû Umâme demiş ki: Anıru'bnü
Abesete's-Sülemî şunları söyledi:
«Ben câhiliyyet devrinde
iken bütün insanların dalâletde bulunduğunu ve hiç bir doğru yolda
olmadıklarını biliyordum. (Çünkü) insanlar putlara taparlardı. Derken işittim
ki Mekke'de bir zât (çıkmış) bir takım haberler veriyormuş. Hemen devemin
üzerine atlayarak ona geldim. Bir de baktım Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem) gizlenmiş, kavmi onun aleyhinde cür'etkâr bir vazîyetde... Bunun
üzerine kalbim yumuşadı ve Mekke'de onun yanına girerek, kendisine :
— Sen nesin? dedim.
«Ben, Nebi'yim.»
cevâbını verdi.
— Nebi ne demekdir?
dedim. Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) :
«Beni Allah
gönderdi? buyurdular.
— Seni ne ile gönderdi? dedim;
«Allah beni akrabaya
yardım edilmesi, putların kırılması, Allah'ın bir tanınması, ona hiç bir şey'in
şerîk koşulmaması (vazifesi) ile gönderdi» dedi. Ben, kendisine:
— O hâlde bu husûsda
sana yardım etmek üzere yanında kimler var? dedim;
«Bir hür ile bir köle!»
cevâbını verdi. (O gün yanında kendisine îmân edenlerden yalnız Ebû Bekir ile Bilâl
vardı.) Ben :
— Sâna ben de tâbi oluyorum; dedim.
— «Sen şu gününde bunu yapamazsın.Benim hâlimi
ve ortalığın hâlini görmüyormusun? Lâkin şimdi sen ailen nezdine dön! Ne vakit
benim meydana çıktığımı duyarsan; hemen yanıma gel!» buyurdular. Ben de ailemin
yanına gittim. Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Medine'ye geldi. Ben
hâlâ ailemin yanında bulunuyordum. Ama o, Medine'ye geleli kendisini
soruşturmağa ve haberlerini almaya başladım. Nihayet yanıma Yesriplilerden yânî
Medînelilerden bir kaç kişi geldi. (Onlara) :
— Medine'ye gelen o zât ne yaptı? dedim.
— Halk sür'atle onun tarafına koşuyor; kavmi
onu öldürmek istemiş; ama buna muvaffak olamamışlar; dediler. Bunun üzerine
hemen Medîne’ye gelerek onun yanına girdim. Ve :
— Yâ Resûlâllah! Beni
tamyormusun? dedim.
«Evet! Mekke'de benimle
görüşen sen değilmisin? buyurdular.
— Evet, ben'im; dedim. Ve şunu ilâve ettim:
— Yâ Nebiyyallah! Bana Allah'ın sana
öğrettikleri ve benim bilmediğim şeylerden haber ver! Bana, namazı haber ver!..
Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
«Sabah namazını kıl!
Sonra güneş doğup; yükselinceye kadar namazı kes! Çünkü güneş, şeytanın iki
boynuzu arasından doğar. Küffâr da ona, o zaman secde ederler. Sonra namaz kıl!
Çünkü namaz isbâtlı, şâhidlidir... Onu mızrağın gölge: dimdik duruncaya kadar
kılmağa devam et! Sonra namazı kes! Çünkü o zaman cehennem kızdırılır. Gölge
döndüğü zaman yine namaz kıl! Çünkü namaz, ısbatlı şâhidlidİr. Onu tâ ikindiye
kadar kılmağa devam et! (ikindiyi kıldıkdan sonra namazı kes! Tâ güneş
kavuşuncaya kadar (namaz kılma.) Çünkü güneş şeytanın İki boynuzu arasında
batar. O zaman kâfirler güneşe secde ederler.»
buyurdu. Ben :
— Yâ Nebiyyallah! Gelelim abdeste; bana ondan
da söz et! dedim. Resûl-i Ekrem
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) :
«Sizden hiç bir kimse
yokdur ki, abdest suyunu hazırlayarak mazmaza ve İstinşâk yapsın burnunu atsın
da, yüzünün, ağzının ve burnunun günahları dökülmesin! Sonra Allah'ın emrettiği
gibi yüzünü yıkasın da, yüzünün günahları su ile birlikde sakalının etrafından
dökülmesin! Sonra ellerini, dirsekleri ile beraber yıkasın da, su ile birlikde,
ellerinin günahları parmak uçlarından dökülmesin! Sonra başına meshetsin de,
başının günahları su ile birlikde saçlarının kenarlarından dökülmesin! Sonra
ayaklarını topukları ile beraber yıkasın da, ayaklarının günahları su ile
birlikde parmak uçlarından dökülmesin! Eğer bu adam kalkar da, namaz kılar;
Allah'a hamd-ü senâ'da bulunur; onu lâyık olduğu şekilde temcîd eyler ve
kalbini sırf Allah için (başka şeylerden) fariğ eylerse, günahlarından
annesinin doğurduğu günkü hey'etinde arınmış olur; buyurdular.
Amru'bnü Abese bu hadîsi
Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in sahâbîsi Ebû Umâme'ye anlatmış: Ebû
Umâme :
— Yâ Amra'bnü Abese! Bu zât'a verilen bir makam
hakkında söylediklerini iyi düşün! demiş. Amr şu mukabelede bulunmuş :
— Yâ Ebâ Umâme! Vallahi
artık yaşım İlerledi. Kemiklerim zayıfladı; ecelim yaklaştı! Ne Allah'a karşı
yalan söylemeğe bir ihtiyâcım var; ne de Resûlullah'a!.. Ben, bunu
Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den yalnız bir veya iki yahut üç (yedi
defaya kadar saymış.) defa işitmiş olsaydım, onu ebediyyen rivayet etmezdim.
Lâkin ben onu, bundan daha çok fazla
defalar Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den işittim.»
İzah:
Cürea: Cerî'in
cem'idir. Cerî': Atılgan ve musallat olan kimsedir.
Amr r.a.'in; «Ben, sana
tâbi olacağım...» demesi: Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in, ona :
«Sen bu gün için bunu
yapamazsın... ilâ ahir...» mukabelesinde bulunması: «Gerçi müslümanlığını îlân
ederek bana tâbi olmak ve benimle beraber burada kalmak istiyorsun ama bu gün
için buna imkân yokdur. Çünkü müslümanların kuvveti pek zayıfdır. Kureyş
kâfirlerinin sana da eziyet etmelerinden korkarım. Sen ecrini kazandın; Müslüman
olarak kal, kavminin yanına dön, orada da müslümanlığına devam et! Ne zaman
benim muzaffer olduğumu duyarsan, benim yanıma gelirsin.» mânâsına gelir.
Sirâ': Sür'at
ediyorlar, manasınadır. Bu sür'at: Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in
getirdiği hak dîne giren hususunda idi.
Hz. Amr'in Medine'ye
gelişi, Bedir, Uhud, Hendek, hattâ Hayber vak'alarından sonra, Mekke'nin
fethinden önce imiş.
«Isbatlı şâhidli...»
diye terceme ettiğimiz meşhûde ve mahdûra kelimelerinin mânâları: Melekler
tarafından şâhid ve hâzır olunmuş yânî meleklerin, görerek şâhid oldukları bir
şeydir; demekdir.
«Onu mızrağın gölgesi
dimdik duruncaya kadar kılmağa devam et!...» cümlesinden murâd: Doğu'ya veya
batı'ya meyletmeksizin sol tarafının mukaabilinde duruncaya kadar demekdir ki,
buna istiva' hâli derler. Gölge hususunda mızrağın zikredilmesi, araplar
bâdiyenişîn oldukları içindir. Onların âdeti günün yarı olup olmadığını anlamak
için mızraklarını yere dikerek gölgelerine bakmakdı.
Lisân ulemâsı
«cehennem» kelimesinin arapça bîr isim olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir.
Bâzılarına göre bu
kelime arapçadır. Ve çirkin mânâsına gelen cühûmetden alınmışdır. Bu takdirde
alemiyet ve te'nîsden dolayı gayr-i munsarifdir. Ekseri ulemâya göre ise: «Cehennem»
arapçalaştırılmış ecnebî bir isimdir. Gayr-i münsarif olması kendisinde
alemiyyet ve ucme bulunduğundandır.
Hayâşîm: Hayşûm'un
cem'idir. Hayşûm: Burunun yukarıdan nihayet bulduğu yer yâni genizdir.
Bâzıları hayâşîm'in,
burunla dimağ arasında bulunan bir takım ince kemikler olduğunu söylerler.